17 Nisan 2011 Pazar

Türk'ün Beyaz Eşyayla İmtihanı 3

Çamaşır makinem 10 yıllık. Geçenlerde fark ettim ki, benim ayarladığım programda değil, kendi kafasına göre bir programda yıkıyor çamaşırları ya da hiç çalışmıyor. Diyelim beyazları 5 numaralı programda yıkamaya mı koydum, 2,5 saat sonra ibreyi tül perde programında, beyazları da hiç yıkanmamış buluyorum. Servisi aradık. Buzdolabı macerasını yeni atlatmışız. İçim korku dolu. Ama yapacak birşey yok. Çamaşırlar bekliyor. Neyse, servis geldi. Dediler ki, bu modellerde "beyin karışması" oluyormuş, fabrikasyon hatasıymış, bizim makinenin bunu 10 yıl sonra yapması bizim şansımızmış, alıp götürmeleri gerekiyormuş, ne zaman geri geleceği belli olmazmış, götürmeleri için 50 tl vermemiz gerekiyormuş, tamir ücreti için de şimdiden birşey diyemezlermiş.

Eşim bunları duyunca yine tansiyonu fırladı! Fabrikasyon hatasının ceremesini niye biz çekecek mişiz, değil 50 tl, 5 kuruş bile vermezmiş! Aslında haklı adam. Fakat çamaşırların yıkanması, bu sorunun bir şekilde hallolması lazım! Makineyi evden çıkarmak için hamal tutsam yine bu parayı vereceğim. Alıp başköşeye koyacak, üstüne de vazo yerleştirecek halim yok ya.

Beyaz eşya dükkanlarına gidip çamaşır makinesi baktık. Huyum kurusun, hepsinin herşeyini öğrenip karşılaştırma yapmadan karar veremem. Bu yüzden de uzun sürdü. 3 cumartesi-pazar üstüste çamaşır makinesi seferine çıktık. Eşimin, "Yeter artık, seç birini! Ötekini sokağa atarım, biri bulup alır, sevaba girmiş oluruz" israrlarına rağmen araştırdım. Aklıma yatar gibi olan bir makine bulunca satıcıya ilk sorum "eskisini alıyor musunuz?" oluyordu. Çoğu almıyormuş. Sonunda eskisini alan ve tamir edip belediyelere bağışladığını söyleyen bir yer bulduk ve yeni makineyi oradan aldık. Bilin bakalım ne oldu? Makineyi teslim edecekleri gün gelmediler. Eşimin "Yere batsın makineniz, alın onu uygun bir yere....Vazgeçiyorum!" diye bağırdığı telefondan sonra, eşimi boşamakla tehdit ettim ve bu şokla sakinleşmesini sağladım. Ertesi gün makine geldi. Fakat bizim evdeki yoğun elektrik yüklü ortam üç gün sürdü. Şimdi çalışan bir çamaşır makinemiz var. Tam bitti artık diye düşünürken.... bilgisayarım bozuldu! Fakat bu macerayı yazamayacağım artık. Hakikaten sinirlerim dayanmıyor.

Türk'ün Beyaz Eşyayla İmtihanı 2

Yeni buzdolabımızı teslim etmeye gelen iki kişi, evdeki geçici buzdolabını görünce şöyle dediler, "Biz ancak eskisini alırsak size yenisini verebiliriz. Elimizdeki seri numarasıyla sizin geçici buzdolabının seri numarası aynı değil". "O zaman gidin eski buzdolabımızı her neredeyse oradan alın" dedik. Olmazmış, çünkü eski buzdolabını götüren firma başka, geçiciyi getiren firma başka, yenisini getiren firma başkaymış. Bir de memlekette işsizlik var diyorlar! Böylece, aşağıda kamyon, içinde yeni buzdolabı, yanında servisçiler, ellerinde telefon, yukarıda eşim, elinde telefon, mutfakta ben, karşımda geçici buzdolabı, hep bir ağızdan bildiğimiz, bilmediğimiz kişilere bağırıp çağırmaya, küfür kıyamet saydırmaya başladık.

Eşimin feryatları fayda etmedi. Emir demiri kesti ve yeni buzdolabımız geldiği gibi geri gitti. Tüm bu olaylar sırasında metanetini hiç bozmadan sorunları ÇÖZEMEYEN müşteri temsilcisi, bana şöyle bir öneride bulundu "Size eski buzdolabınızı yollayalım. Sonra da yenisini yollayalım. Değiş tokuş yapılsın.". İki metrelik buzdolabını beş kat sırtında inip çıkaracak olan servisçilere kendisi acımıyorsa benim hiç acıyamayacağımı söyledim ve sordum, "Peki geçici buzdolabını ne yapacağız?". Cevabının basitliği harikaydı, "Bir hamal tutup indirteceksiniz, beni de arayacaksınız, onu alacak servisi yollayacağım". Sorun çözmeme kararlılığının gerektirdiği becerileri öğretmek üzere, bu kişiden bir seminerde filan yararlanmak gerektiğini düşünüyorum.
Sonuçta 1,5 ay sonra çalışan bir buzdolabımız oldu. Sinir harbi, telefon paraları ve işe gidilemeyip buzdolabı servisi beklenen günler yanımıza kar kaldı. Arkası yarın...

Türk'ün Beyaz Eşyayla İmtihanı

Herşey buzdolabının bozulmasıyla başladı. Servisi aradık. Ertesi gün geldiler. Tarih 18 Şubat. "Birşeyciği yok. iki gün kapağı açık kalsın, buzu çözülsün, tekrar çalıştırın, normale döner" dedi doktor. Peki dedik. Bu arada buzdolabı nofrost. Ama itiraz etmedik. Buzluktaki herşeyi torbalara doldurup komşuya götürdüm. Sağolsun yeri varmış, aldı. Diğer bir çok şeyi attık, döktük. İki gün sonra çalıştırdık, çalışmadı. Servisi aradık. Ertesi gün geldiler. Bir parçası değişmeliymiş, o parça da ellerinde yokmuş. Bekleyin dediler, bekledik. Dördüncü gün tekrar servisi aradık, "Daha ne kadar bekleyeceğiz?". "Buzdolabı müşterilerinin önceliği var, parça gelir gelmez arayacağız". Bu arada eşim, telefondaki müşteri temsilcileriyle sürekli kavga ediyor, çünkü haklı olarak diyor ki "Kardeşim, kaç gün oldu, alın bunu götürün tamir edin. O arada bize de geçici bir buzdolabı verin". Ama hayır, bu isteği ciddiye alan yok. Derken parça geldi, takıldı. Adam giderken buzdolabını çalıştırdı, "ancak yarın soğutmaya başlar" dedi. Soğutma filan başlamadı, buzdolabı inatla çalışmadı. Servisi aradık. Üç gün sonra geldiler. "AAA, yanlış parça takılmış" dediler. Eşim ile servisçiyi zor ayırdım birbirinden. Bir kaç gün sonra "doğru parça" geldi, taktılar. "Bekleyin, yarın soğutacak" dediler. Sürpriz! Buzdolabı yine çalışmadı.

Artık evde "buz" ile başlayan hiçbirşey konuşulamaz oldu. Eşim buzdolabını parçalamaya kalkıştı. Allahtan evde o büyüklükte kesici alet yoktu da başaramadı. Derken eski püskü bir buzdolabı ile çıkageldiler. Bizimkini tamire götüreceklerini, bunu bize geçici olarak getirdiklerini söylediler. Evde artık buzdolabına konulacak birşey yoktu, konserveler dahil herşeyi atmıştık, doğrusu alışveriş etmeye de korkuyordum. Ama komşuya ayıp olmuştu artık, onun buzluğunda duran dondurulmuş sebze ve etlerimi aldım. Hepsini çözdürdük, yiyebildiğimizi yedik. gerisini attık. 10 gün sonra bu kez servis bizi aradı! Buzdolabımızın öldüğünü, yerine - bizi çok üzdükleri için- bir üst modelini vereceklerini müjdelediler. Eşim biraz sakinleşir gibi oldu. Ama hikaye burada bitmedi. Arkası yarın...

2 Şubat 2011 Çarşamba

Ataşehir Belediyesi Kent Konseyi güzel bir proje yapmıştı, İnsan Hakları Haftası etkinliği olarak. Ben de katkı verdim ve dün bu etkinliğe katkı veren herkes için hoş bir plaket töreni vardı. Toplam belki 20 kişiydik. Benim plaketimde Pisikog yazıyordu, bir başkasının da soyadı yanlıştı. Daha önce de bir kez üzerinde Psikolak yazan bir plaketim olmuştu. Kaç tane Çiydem Aydın yazılı plaketim var, bilmiyorum. Şimdi soru şu, okuma yazma ve açık bir dikkat sorunu olan kişiler neden plaket yazıcısı olur? 2004 Yerel Seçimlerinden şöyle bir bez afiş de hatırlıyorum:" Güçbirlik adayı...". Güçbirliği yazması gerekiyordu!

Tabii ki "satlık, kanoferli" evlerin bu ilanları yazan sahipleri veya emlakçıları, asla karbüratör veya karoser yazamayan kamyon arkası yazıcıları da var. İşin acıklı tarafı, bu insanların hatalarını sürdürerek para kazanmayı da sürdürmeleri. Bizim plaketçi mesleğimi ya da adımı yanlış yazdı diye dükkanı kapatmak zorunda kalmıyor ki. Yanlış yapa yapa evini geçindirmeye devam ediyor. Fakat ben epeydir bu gibi minik (!) hatalara gülmüyor, artık öfkeleniyorum.

İlişki toplumu olmanın sayısız kötü sonucundan biri de bu. İşini kötü ya da vasat yapmanın bile önemli olmaması. Bizim köylü, filanın bacanağı, falanın kayınçosu olmak yeterli. İşini yapamamışsın ne gam! Böylece, ne hatalardan ders alınıyor, ne de "ileri" gidiliyor. Olduğumuz yerde bir ileri bir geri debeleniyoruz.

27 Ocak 2011 Perşembe

kadınların zamanı

Güya bugün evde oturdum! Bir sürü telefon geldi, hepsi ayrı bir krizden söz eden. Yemek yapmak gerekiyordu, her zamanki gibi. Ayrıca ev toplama, Digitürk servisi ile ilgilenmek, epeydir bekleyen maillere cevap yazmak gibi başka angaryalar da vardı. Gece yarısı hepsi bitti. Ama artık uyuma zamanı!

Bir kadının kendine ayırması gereken "oda" nın yanı sıra "zaman" da olmalı. Ama bugün, şunu açık ve net anladım ki, insanın zamanı nasıl geçirdiği kesinlikle tercihleriyle veya karakteriyle belirlediği bir şey değil. Zamanın nasıl geçeceğini tamamen zorunluluklar belirliyor. Ve kadınlar için, o zorunluluklar hiç bitmiyor! Erkekler örneğin, para kazanmayı bir zorunluluk olarak görüyorlar. Bunu da gün içinde - çalışıp para kazandıkları bir işleri varsa- yapıp bitiriyorlar. Bu kadar. Geri kalan bütün işler, yani aslında hayatın akması için gereken bütün işler kadınlar tarafından yapılıyor. Bakım, hizmet, ilişkiler, çocuklar, temizlik, sökük dikmek... offf!

Halbuki mesela, müzik dinlemek isteyebilir bir kadın. Ya da kitap okumak veya sessizce oturup tespihini çekmek, televizyonda bir dizi izlemek. Hah! Kocası varsa, yatarken ses istemez, gözüne ışık girdiği için lambaya izin vermez, televizyonda da onun istediği şey izlenir. Koca yoksa ve çocuklar uyumuşsa, o zaman kadın belki istediğini yapabilir. Tabii sabah erken kalkıp işe gitmeyecekse. Kadınlık zor zanaat hakikaten.